20.yy
popüler kültür ikonu haline gelen Meksika asıllı ressamdır. Sanatı sürrealist
kabul edilse de aksine gerçekçi bir ressam. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran, "gündüzlerinin ve gecelerinin celladı" olarak tanımladığı bir aynaya bakarak geçirdiği için sürekli oto-portre
çizmiştir.
Frida, "Kendimden daha iyi kimseyi tanımıyorum", der. Belki de
kendini ve hissettiklerini tam anlamıyla tuvallerine yansıtabildiği için
olağanüstü bulunur resimleri.
Frida, 6
Temmuz 1907 yılında Meksika’ da Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve
Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in dört kızından üçüncüsü olarak
dünyaya geldi. Ama kendisi doğum tarihini, Meksika Devrimi’nin
gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etti.
Geçirdiği çocuk felci sonucunda bir
bacağı diğerinden daha zayıf kaldı. Bu onun okul sıralarında "Tahta Bacak
Frida" olarak anılmasına sebep oldu. Bu yüzden tüm hayatı boyunca hep uzun
etekler giydi.
3 kız
kardeşi olmasına rağmen bir erkek çocuk gibi büyüdü Frida. Sağlam bir eğitim
aldı. Bir prestij sembolü sayılan Ulusal Hazırlık Okulu’na kabul edilen ilk kız
öğrenci oldu. Bu okul onu sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlara yönlendirdi.
Frida bir
gün, daha 18 yaşındayken, o zamanki aşkı, Alejandro Gomez’le okuldan
eve dönerken bindikleri otobüs bir tramvay ile çarpıştı. Çok sayıda yolcunun
ölümü ile sonuçlanan bu kazada Frida ağır yaralandı. Yolcuların tutunduğu kalın
bir çubuk Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştı.
Tuhaf bir çarpışmaydı bu; şiddetli değil,
ağır ve yavaştı, herkesi sarstı, beni daha çok sarstı. İnsanın, çarpışmanın
farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden tek damla yaş akmadı ve demir
çubuk, kılıcın boğayı delmesi gibi beni de deldi geçti. (Jamis, 2016)
Frida, bu kazadan sonra yatağa bağımlı hale
geldi. Hayatı bir süre korselerle bitmek bilmeyen ameliyatlarla ve doktorlar,
hastaneler arasında geçti. Bu süre zarfında 32 kez ameliyat edildi. "Yaşamım boyunca kaç korse kullandım? Kabaca otuz diyebilirim. Onları
süsledim; boyalarla, küçük kumaş parçaları yapıştırarak, renkli tüyler, minik
ayna parçacıklarıyla süsledim onları" diyor bir mektubunda…
Aslında işin ilginç tarafı
Frida’yı ressam olmaya yönelten bu kaza oldu. Babasının yattığı yerden
odasındaki eşyaları görmesi için kurduğu mekanizmalar ve başının üzerine
yerleştirdiği aynalar sayesinde, ağrıları ile başa çıkabilmek için bir şeylerle
oyalanmaya çalışan Frida, yattığı yerden kendi resimlerini yaparak başladı
resim çalışmalarına. ”Bir defa, seçme şansım yoktu. Ve
aslında pek de önem vermeksizin resim yapmaya başladım. Böylece bana eziyet
edip, her an beni sorgulayacak, az kalsın kimliğimi elimden alacak olan aynadan
görüntüyü çaldım” diye bahseder resim hayatına başlayış yıllarından.
1927 yılı sonunda tekrar yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat
ve politika çevreleri ile yakınlaşmaya başladı.
Çektiği bedensel acılar yetmezmiş gibi, Frida Meksika’nın en havalı ve
geçinilmesi en zor erkeklerinden biri olan, Marksist duvar ressamı Diego
Rivera’ya aşık oldu.1929 yılında kendisinden 21 yaş büyük olan bu adamla
evlendi. Evlilikleri, “fil ile güvercinin evliliğine”
benzetildi. Ancak Diego Rivera, şişman, çirkin bir adam olmasına rağmen
kadınlar arasında pek popülerdi ve Frida ile evlendikten sonra sadık bir eş olamadı.
Sağlık
sorunları nedeniyle bir çocuğunu aldıran ve art arda iki düşük yapan Frida,
eşinin sadakatsizlikleri nedeniyle 1939 yılında ondan ayrıldı. Kendisini içkiye
vurdu, saçlarını kısacık kesti ve erkek kıyafetleri ile dolaşmaya başladı. "Hayatımda geçirdiğim iki ağır
kaza var. İlkinde tramvay beni ezip geçti, diğer kaza ise Diago’dur."
Frida
sürekli olarak sırtını desteklemek için çelik ve alçı karışımı bir korse
kullanmasına karşın parlak renklerde, geleneksel kıyafetler giyer, asla
makyajsız dolaşmaz ve onunla özdeşleşen bıyığını ve bitişik kaşlarını aldırtmaz
aksine daha da koyu renkle boyardı.
Frida Kahlo’nun 143 resmi vardır;
55 tanesi oto-portredir. Resimlerindeki ustalık, Pablo Picasso’ya bile "Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi
bilmiyoruz" dedirtmiştir. Frida’nın resimleri sürrealist olarak değerlendirilse de o
sürrealizmi reddetti. Resimleri aslında acı ve kesin gerçekliği yansıtıyordu.
Frida’nın resimlerinde Meksika kültürü ve devrimci ulusal kimlik tuvale
aktarılmıştı.
Frida’nın eserleri hayatta olduğu sırada yaygın bir
ilgi görmedi. Ticari anlamda ki çıkışı 1938’de bir ABD gezisinde Diego’ya eşlik
etmesi ile başladı. İlk bireysel sergisini New York’ta düzenledi. 1939’ da
ki Paris sergisi ile övgüler topladı.
Bir eseri Louvre tarafından satın
alınan ilk 20. yüzyıl Meksika ressamı ünvanını aldı.1943’de La Esmeralda adlı yeni bir sanat okulunda öğretim
üyeliğine başlayan Frida, sağlık durumu kötüleşmesine rağmen ders vermeyi on
yıl boyunca sürdürdü.
Bu arada hasar gören ayağı kangren olduğu
için kesildi.1953 yılında Mexico City’de, kendi vatanında, ilk kişisel
sergisini açtı. Doktorunun koyduğu yasağa rağmen, Frida yatağından
çıkmadan bir kamyonla kendini galeriye taşıttı ve tekerleklerin üzerinde zafer
dolu bir eda ile konuklar arasına katıldı.
Frida Kahlo, 13 Temmuz
1954’te, akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini vermesinden bir kaç gün önce
günlüğüne şu satırları yazmıştı “Çıkış yolunun güzel olacağını
ve asla geri dönmeyeceğimi umarım”.