12 Ekim 2018 Cuma

Vincent van Gogh (1853-1890) | Sarı Ev Dönemi


      Hollanda'nın Zundert şehrinde 30 Mart 1853'te doğan Vincent van Gogh, hayatını sanata adadığı ilk dönemlerde çok kasvetli çalışmalar üretir. Köylülerin en mazlumlarını seçer, kasıtlı olarak donuk ve kasvetli renkler tercih ederdi. En nihayetinde bu kasvetten kendisi de sıkılmış olacak ki, 'van Gogh Sarısı' diyeceğimiz tabiri yaratmak üzere -tüm bunlardan habersiz- 1886'da Fransa yolculuğuna çıkacaktır ve vardığında da son empresyonist sergiyi izleyecektir.

      Empresyonistlerin renk yelpazesi onu hayrete düşürdü. Çok geçmeden de parlak renklerin aurasına kapıldı ve tuvalleri empresyonist renklerle ışıldamaya başladı. Dönemine uygun olarak Vincent van Gogh da empresyonist tarzda bir sergi düzenledi hatta. 

Self-Portrait, 1889
      Sonunda Paris'in bohem mekanlarının da tadı kaçıyordu. Paris'te geçen iki yıllık bohemliğin ardından, çok miktarda konyak tüketimi ve Moulin Rouge'da uzun geceler sebebiyle sağlığı kötüye gidiyordu. Kırsal sakinliği özlemişti ve şehirden uzaklaşıp eski sağlığına kavuşması gerekiyordu. Bu sebeple Fransa'nın güneyindeki küçük Arles kasabası ona cazip geldi (neden bilmiyoruz, sonuçta van Gogh eserekli bir Hollandalı). 1888'de yapayalnız şekilde Arles'e doğru yola çıktı. Kimseyi tanımıyor, o bölgenin aksanıyla sıkıntı yaşıyor, komşularıyla zar zor iletişim kuruyordu. Kendine hala sarı ev olarak bilinen bir stüdyo kurdu. Tuvallerinden başka arkadaşı yoktu ve Vincent de onlara sığındı; on beş ayda 200 tuval tamamladı.

     Arles'in parıldayan güneşi, hayal gücüne dokundu. Çok geçmeden, bizim asıl tanıdığımız, kalın fırça darbeleriyle uygulanmış saf pigmentlerin oluşturduğu olgun tarzıyla tuvallere dokunmaya başlamıştı. Burada en ünlü eserlerinden birkaçını (Ayçiçeği tabloları ve Cafe Terrace) resmedecekti.

Terrace of a café at night, 1888.
     Vincent, güneşi bulmak için güneye çekildi ve buradan büyülendiği için arkadaşı Gauguin'i de ısrarla yanına çağırdı. Gauguin geldikten bir süre sonra anlaşmazlıkları oldu ve şu meşhur kulak kesme (!) olayı yaşandı. Tabiki abartıldığı gibi tüm kulağını kesmedi, kulak memesinin bir kısmı sadece... Sonrasında Gauguin ile hiç görüşmediler.

Vincent tabiki eskisi gibi olamadı. Akli durumunun dengesizliği kendisini bile rahatsız etmiş olacak ki, gönüllü olarak yakınlardaki Saint-Rey'de bulunan bir akıl hastanesine yatmayı istedi. Akıl hastanesinin bahçesinde yıldızlarla ve selvilerle dolu gece gökyüzü resimleri yapıyordu. 

Yıldızlı Gece, 1889.
    Yavaş yavaş durumu düzeldiğinde oradan ayrıldı. 

    Theo, kardeşini Paris'in kuzeyinde küçük bir kasabaya yerleştirdi. Vincent, Buğday Tarlalarının Üzerindeki Kargalar'ı burada yaptı. 

Buğday Tarlasındaki Kargalar, 1890.
     27 Temmuz 1890'da, kaldığı hanın sahibi Vincent'i odasında bir kan gölünün ortasında yatarken buldu. Belli ki buğday tarlalarının birindeyken kendini vurdu ama pek de becerememiş olacak ki kaldığı hana kadar gelebilmişti. Kurşun kalbinin yanına girmişti, ölmesi iki gün sürdü. 

     Onu fark etmeye henüz başlayan dünya, bunun için geç kalmıştı. O vazgeçse de ressamlar ondan etkilenmeyi sürdürdü. Matisse'in de aralarında bulunduğu Fovistler, onun parıldayan renklerinden ilham aldılar; tıpkı yıllar yıllar sonra soyut ekspresyonistlerin de hayran kaldığı gibi...

Sanatla Muhabbetle...