29 Haziran 2017 Perşembe

Edouard Manet - A Bar At The Folies-Bergere | Eser İncelemesi

Edouard Manet‘in 50 yaşındayken 96 x 130 cm ebatlarındaki kanvas üstüne yağlıboyayla yaptığı resim, Londra’daki Courtauld Enstitüsü’nde sergileniyor.


Edouard Manet, 1882’de, ölmeden 1 yıl önce tamamladığı bu eser, başeserlerinden biri olarak kabul edilir. Bu resimde gördüğünüz mekan, Paris yaşamının timsallerinden Folies Bergere Gece Kulübü. Bu kulüp Frank Sinatra, Edith Piaf, Ella Fitzgerald, Jean Gabin, Charlie Chaplin, Josephine Baker gibi isimlerin de sahne aldığı, dansçı kızların loca müşterilerini eğlendirdiği ünlü bir mekan. Manet, eserinin taslaklarını bu barda, aslını atölyesinde tamamladı. 

Eserde tam ortada duran genç kadın; sarı renkli, arkadan topuzla toplanmış kaküllü saçları, 18. yüzyıl dönem kıyafetlerini andıran garson kostümü, boynundaki kolyesi ve kolundaki altın bileziğiyle, bardaki hengameli havanın aksine sakin, dalgın ve masum görünüyor. Dekoltesinin ortasına yerleştirilmiş çiçek demetini hizmet ettiği bar masasının üzerindeki vazonun içindeki çiçekle bağdaştırırsak; vazoda güzellik hissi vermek için sergilenen bu çiçek, genç kadının göğsüne de aynı amaçla yerleştirilmiş. Burada, Manet, kadının ‘güzellik nesnesi‘ olarak görülmesine kendi dilinde gönderme yapıyor.

Hizmete hazır duran dalgın bakışlı genç kadının arkasında kocaman bir ayna var. İlk bakışta görünmeyen bu ayna, kulübün lüks tarafı olan locayı gösteriyor.
Tavandan sarkan dev avizeler, mekanı aydınlatıyor. Pek çok insan figürü var; kimi dürbünle dansçılara bakıyor, kimi çevreye bakınıyor, çoğu eğlenceye dalmış. Bar masasına dayalı iki kadın, Manet‘in iki arkadaşı; biri Mary Lauren, diğeri Jeanne de Marsey. Bu ışıklı alemin dışında kalan garson kadına geri döndüğümüzde aynadaki yansımanın yardımıyla onun bir adamla iletişim halinde olduğunu görüyoruz. Ayna yansıması olmasaydı bu silindir şapkalı adamdan bihaber olacaktık, çünkü kadının yüzünde biriyle iletişim halinde olduğunu gösteren bir ifade yok.

Genç kadının hizmet ettiği masada duran bira şişesi, Paris’te çok satılan ancak Parisliler’in sevmediği bira markası Bass Pale. Masadaki meyve tabağı, Manet‘in natürmort ustalığını gösteriyor. Gerçekte adı Suzon olduğu bilinen ve Manet için birkaç kez atölyesinde poz veren garson kadın, eserde yansıma olmayan tek figür.

Dilerseniz eserin video incelemesi Khan Academy'de mevcut: 

21 Şubat 2017 Salı

Türk Ressamlar | Halil Paşa



1857-1939 yılları arasında yaşayan, Fransa'da uzun bir dönem ciddi bir çalışma yapma fırsatı bulan Halil Paşa, 19. ve 20. yüzyılların Türk sanatında bir köprü sayılabilir. 1880 yılında, Abdülaziz tarafından Paris'e gönderilen Halil Paşa, Gerome ve Courtois'in atölyelerinde çalıştı. ''Eldivenli Bayan'' adlı portresiyle, 1888 Paris Sergisi'nde bronz madalya kazandı. 1906 yılında, Viyana'da gerçekleştirilen uluslararası sergide, bir natürmortu ile altın madalya kazandı. Halil Paşa 1900'lerin başında, İzlenimciliğin etkisinde kaldı. Türkiye'de İzlenimcilik, 1914 Kuşağına atfedilir. Halil Paşa'nın İzlenimciliği, akademik gerçeklik ile birleşir. Görmek isteyenler için İzmir Resim Heykel Müzesi'nde eserleri sergilenmektedir.

20 Şubat 2017 Pazartesi

Türk Ressamlar | Hoca Ali Rıza



1857- 1930 yılları arasında yaşayan Hoca Ali Rıza, Batı'da eğitim görmedi. 47 yıl çeşitli okullarda resim öğretmenliği yapmış ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Kendini öğrencilerine adamıştır. Bu sebeptendir ki çok sevilen ve sayılan bir hoca olduğu için, lakabı Hoca'dır. Kendi sanatı hakkında şöyle demiştir:
Resim sanatının icap ettirdiği diğer tarzlardan da nasip almakla beraber, mesleğim peyzaj ressamlığıdır. Yegane zevkim, memleketimin tatlı semaları altında, zümrüt yeşili görüntüler üzerine serpilmiş, yerli ve milli bir yaşayışı anlatan Osmanlı aşiyanlarını, mahallelerini, manzaralarını, ağaçlık yerlerini, tarihi ve kıymetli eserlerini öldürmemek ve onlara uzun bir hayat vermek olduğu için, bu yolda yaptığımız pek çok krokiler, gerek karakalem, gerek suluboya ve yağlıboya resimlerin sayısı her gün artmaktadır.
Görmek isteyenler için Hoca Ali Rıza'nın eserleri İzmir Resim Heykel Müzesi'nde sergilenmektedir.

19 Şubat 2017 Pazar

Türk Ressamlar | Abdülmecit Efendi


1868-1944 yılları arasında yaşadı. Abdülmecit Efendi, bazı yabancı hocalardan ders almıştır ancak yine de resmi kendi kendine öğrendiğini (otodidakt olduğunu) söyleyebiliriz. Son Halife olan Abdülmecit Efendi, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. Ölene kadar yaşadığı Fransa'da resimlerini sergilediği biliniyor.

18 Şubat 2017 Cumartesi

Türk Ressamlar | Süleyman Seyyit Bey



   Asker ressamlarımızdan olan Süleyman Seyyit Bey, 1842-1913 yılları arasında yaşadı. Dedesi ünlü bir sedef kakma ustasıydı. Paris'te uzun seneler resim çalışan Süleyman Seyyit, özellikle natürmortlarıyla ünlüdür. Sultan Abdülaziz tarafından resim öğrenimi için Paris'e Mekteb-i Osmani'ye gönderilmiştir. Bu okul kapanınca, Cabanel'in yanında çalışmış ve Paris Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirmiştir. 1875'te yurda döndüğünde, Harbiye ve Kuleli Askeri Lisesi'nde öğretmenlik yapmıştır. Eğer görmek isterseniz Konak'taki İzmir Resim Heykel Müzesi'nde eserleri sergilenmektedir.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Türk Ressamlar | Şeker Ahmet Paşa


Asker ressamlarımızdan olan Şeker Ahmet Paşa, 1841 - 1906 yılları arasında yaşadı. Paris'te, Boulanger ve Gerome'un atölyelerinde 8 yıl çalıştı.1867 yılında, Prix de Rome'u (Roma ödülü) kazandı ve yurda dönmeden önce bir süre Roma'da kaldı. İstanbul'da çeşitli okullarda resim öğretmenliği yaptı. 1873 ve 1875 yıllarında, İstanbul'da ilk grup sergilerini düzenledi. Bu sergilerde, Türk ve yabancı sanatçılara ait eserler bir aradaydı. 1902 yılında, Türkiye'de bir ilk olan kişisel sergi kavramıyla da ilk Şeker Ahmet Paşa'nın kişisel sergisi vasıtasıyla tanıştık. Sultan Abdülaziz adına, yabancı sanatçılarla yazışmaları yürüttü ve Sarayın Fransa'dan pek çok resim almasını sağladı. Uluslararası Paris Fuarı'nda resimleri sergilendi. Eğer görmek isterseniz Konak'taki İzmir Resim Heykel Müzesi'nde eserleri sergilenmektedir.

7 Şubat 2017 Salı

MailArt Sergimiz, Enstalasyon | Özümleme



Merhabalar efendim.
Sınıfımla birlikte açtığımız MailArt temalı sergiden bahsetmek istiyorum bugün.

   Nedir MailArt?
   İsminden de anlaşılacağı üzere bu bir mektup sanatı. Mektup zarflarının üzerine, istediğiniz teknikte yaptığınız minik sanat eserleri. Neler yapmadık ki biz bu zarflara? Tabloymuşçasına akrilikle boyadık, kolajlar yapıp kat çıktık zarflara, efendime söyliyim suluboyalar yaptık zarf kırış kırış olana kadar, pullarla süsledik... Açıkçası çok sevdik bu işi. Çünkü minik oldukları için bir tablo kadar zamanınızı almıyor ve bu sebepten çok iş çıkarmış oluyorsunuz. Yeni işler çıkardıkça insan keyifleniyor, daha fazla yapası geliyor açıkçası... Sonra onları ister saklayın, ister sevdiklerinize mektuplar yazın, hatıralar bırakmış olun...

   Gelelim sergileniş biçimine...
    Bu sergi bizim okuldaki ikinci sergimizdi ve biz iki sergimizde de enstalasyonu hayatımzın bir parçası haline geitrdik.


    Hazırlık aşamasından bir fotoğraf ile yorumlarsak durumu; hayal edelim... Zarf dediğimiz şey bir tuval kadar dikkat çekici değil. Bu yüzden biz zarfları teker teker duvara asıp sergilesek hiç de ilgi çekici olmayacaktı. Hatta bir sürü zarfın arasında kaybolmuş, sıkılmış insanlar olacaktı sergide. Biz de haftalarca nasıl sergileyeceğimizi düşündük. Haftalarca sergi salonunun altını üstüne getirdik. Yerlerde süründük, yorgunluktan öldük. Tartıştık, beğenmedik, birbirmizin fikirlerini sevmedik, bozduk tekrar yaptık. Ve en sonunda bu yukardaki fotoğraftaki haline ulaştık. Açıkçası konuşurken, planlarken ben bu kadar etkileyici duracağını hiç düşünmemiştim.

    Hatta zarflar iplerin arasında kaybolur, görünmezler, ne biliyim karanlık olur falan diye düşünmüştüm. Ama canlı canlı yapıp görmeden bilemiyormuşuz. Renkli ipler ve ışık etkisiyle, sıradan bir mailart sergisinden ziyade, enstalasyonla iç içe girmiş farklı bir sergi çıktı ortaya. Gelen güzel dönüşler ve yorumlar da bizi çok mutlu etti.

    Aşağıdaki sergi açılışından bir fotoğraf.


Renklerin güzelliği hepimizi kurtardı.
Sanatla iç içe olmak, bir şeyler yapabilmek, bende varım diyebilmek, ve hatta belki bencilce ama ''bunu ben başardım, ben yaptım'' diyebilmek müthiş bir duygu. En güzeli de biz bunu canım arkadaşlarımla birlikte biricik hocamızın desteği ile başardık...

   Sanatla,
Muhabbetle...

16 Ocak 2017 Pazartesi

Bir Kişi Ne Yapabilir? | Ayn Rand


  Bu soru dünyanın bugünkü durumu konusunda endişeli olan ve onu düzeltmek isteyen insanlarca sıkça sorulmaktadır. Bundan daha da sık olarak, onların çaresizliğinin nedenini ortaya koyacak şekilde sorulmaktadır: ''Bir kişi ne yapabilir?''
 
    Eğer sorunun geliş tarzı bu ise, cevap o kişinin bunu yapamayacağıdır. Hiç kimse bir ülkeyi tek başına değiştiremez. Bu nedenle sorulacak ilk soru insanların probleme neden bu şekilde yaklaştıklarıdır?

    Kendinizi bir hastalık salgınının ortasındaki bir doktor olarak düşünün. Şunu sormazsınız: ''Nasıl, bir doktor milyonlarca hastayı tedavi edip, tüm ülkeyi mükemmel bir sağlık durumuna getirebilir?'' Siz kendi başınıza veya organize bir tıbbi kampanyanın bir parçası olup olmadığınızı, ulaşabildiğiniz kadar fazla sayıda insanı tedavi etmek zorunda olduğunuzu ve bundan başka bir şeyin söz konusu olmadığını bilirsiniz.

    Eğer daha iyi bir ülke için mücadele etme konusu ile ciddi olarak ilgileniyorsanız, problemin niteliğini tanımlama ile başlayın. Mücadele, asıl olarak politik değil, entelektüeldir (felsefidir). Siyaset, belli bir ulusun kültürüne egemen olan temel fikirlerin (din-metafizik-etik)
nihai sonucudur, pratik uygulamasıdır. Sebeple mücadele edip onu değiştirmeden, sonuçlarla mücadele edip değiştiremezsiniz. Neyi yürürlüğe koyacağınızı bilmeden de herhangi bir pratik uygulamaya girişemezsiniz.

   Entelektüel bir mücadelede herkesi döndürmeniz gerekmez. Tarih azınlık olan kişilerce yazılır ya da daha doğrusu tarih azınlık olan kişilerce başlatılan entelektüel hareketlerce yazılır. Bu azınlıklara kim dahildir? Bu konularla ilgilenebilen ve ilgilenmek isteyen herkes. Burada önemli olan sayı değil, kalitedir. (kişinin savunduğu fikirlerin kalitesi ve tutarlılığı).
 
    Fikirler, ancak onları anlayan kişiler tarafından yayılır. Organize bir hareketten daha önce, eğitilmiş öğretmenler gerektiren bir eğitim kampanyasının olması zorunludur. Bu tip bir eğitim ideoloji salgını esnasında bir doktor olmanın ilk gereksinimi ve herhangi bir ''dünyayı değiştirme'' girişiminin ilk şartıdır.

    İnsan hayatının her yönünün temelinde yer alan ve onu belirleyen felsefedir; insanlara doğru felsefeyi öğretin, gerisini onun aklı halledecektir. Felsefe insan ile ilgili işlerin toptan satıcısıdır.

     İnsan bir tür felsefe, yani kapsamlı bir hayat görüşü olmaksızın, varolamaz. Çoğu insan entelektüellik icatçısı değildir; fakat fikir algılayıcılarıdırlar ve fırsat verildiğinde veya verilir ise fikirleri kritik olarak muhakeme edebilir ve doğru yolu seçebilirler. Fikirlere kayıtsız kalan ve içinde bulunduğu anla ilgili somut şeylerin ötesindeki her şeye kayıtsız kalan pek çok insan da vardır; bu gibi insanlar, zamanının, kültürünün kendilerine sunduğu şeyleri bilinçaltı olarak kabul eder ve herhangi bir rastgele akıntı ile kör halde savrulur. Onlar ister günlük işçiler, ister şirket başkanları olsunlar, sadece sosyal ağırlıklardır ve kendi istekleriyle dünyanın kaderiyle ilgilenmezler.
 
    Çoğu insan bugünkü kültürel ideolojik boşluğun pekala farkındadır; cevapları, tedirgin ve kafaları karışık halde ve el yordamıyla aramaktadırlar. Siz onları aydınlatabilecek misiniz?

    Siz onların sorularını cevaplayabilir misiniz?
    Siz onlara tutarlı bir dava sunabilir misiniz?
    Siz onların hatalarının nasıl düzeltilebileceğini biliyor musunuz?
    Siz aklı mahvetmeye odaklanmış yaylım ateşin etkisine bağışık mısınız?

    Politik mücadele sadece eski tip tüfeklerle yapılan bir çatışmadır; felsefi mücadele ise bir nükleer savaştır.

    Eğer bir ülkenin entelektüel eğilimini etkilemek istiyorsanız, ilk adım kendi fikirlerinizi düzene koymak ve onları elinizden geldiğince ve bilginiz elverdiği ölçüde tutarlı bir hale getirmektir. Bu, sloganları ve prensipleri yada başka fikirleri ezberlemek ve söylemek değildir: Bilgi mutlaka, somut problemlere soyut fikirleri uygulayabilmeyi, özel konulardaki prensipleri tanıyabilmeyi, onları ispatlayabilmeyi ve tutarlı bir davranış tarzını savunabilmeyi içerir. Bu, her şeyi bilme veya her şeye hakim olmayı gerektirmez; harekete geçmek isteyen pek çok kişiyi mağlup eden şey, kişinin kendinde ve diğerlerinde otomatik her şeyi bilme gücü olması şeklindeki bilinçaltı beklentisidir. Gereken şey dürüstlüktür, yani kişinin ne bildiğini bilmesini, bilgisini sürekli artırmasını ve bir çelişkiyi düzeltmekten asla kaçınmamasını veya bunda yetersiz kalmamasını gerektiren entelektüel dürüstlük. Bu şu anlama gelir: Kalıcı bir nitelik olarak aktif bir aklın geliştirilmesi. 

    İnandığınız şeyler sizin bilinçli, düzenli kontrolünüz altında ise veya öyle olduğunda onları diğer insanlara yayabileceksiniz. Bu gereksiz ve uygunsuz olduğunda felsefi konuşmalar yapmak zorunda olduğunuz anlamına gelmez. Felsefeye, özel konularla uğraşırken veya onları tartışırken, sizi desteklemesi ve size tutarlı bir dava vermesi için ihtiyaç duyarsınız.

    ''Kişi ne yapabilir?'' diye sorulduğunda cevabı, ''KONUŞUN''dur. (tabii ne söylediğinizi bilmeniz kaydıyla). Bilhassa, sizin kendi fikirlerinize ve değerlerinize saldırıldığında sessiz kalmayın.

    Geleneksel olarak çelişkili felsefi fikirler karışımına sahip olan insanların hareketi için çok geç. Akıl felsefesine bağlı bir insan hareketi için çok erken. Fakat bir diktatörlük idaresi hariç, zaman doğru fikirleri yaymak için asla çok geç veya çok erken değildir.

    Eğer bu ülkeye bir diktatörlük gelirse, o sessiz kalanların hatası sayesinde olacaktır. Biz hala konuşabilecek kadar özgürüz. Zamanımız var mı? Bunu hiç kimse söyleyemez. Fakat zaman bizim tarafımızdadır; çünkü biz (eğer nasıl kullanılacağını öğrenirsek) yok edilemez bir silaha ve mağlup edilemez bir müttefike sahibz: Akıl.



İhtiyacımız Olan Felsefe - AYN RAND
Philosophy: Who Needs It
17- Bir Kişi Ne Yapabilir? (Kısaltmalı)
s: 312-319


2 Ocak 2017 Pazartesi

İlk Türk Kadın Ressam | Mihri Müşfik Hanım


   1886 yılında Dr. Rasim Paşa Konağı'nda dünyaya gelmiştir. O dönem Osmanlı'sına göre oldukça Avrupai bir eğitim almıştır. Edebiyat, müzik ve resim yetenekleri vardı. Küçük yaşta resim dersleri alarak resme yöneldi. Resme olan yatkınlığı, saray ressamı Zonaro'nun dikkatini çekmiş ve küçük Mihri'ye atölyesinde ders vermeye başlamıştır. Yine o dönem Osmanlı'sında bir kız çocuğu için bu da yadırganacak bir eğitim olduğundan küçük Mihri hayatına orada devam edemeyeceğini anlamış olmalı... Sonuçta o dönemlerde, bir Türk kızının resim tahsili için Avrupa'ya gönderilmesi imkansız.

   Genç Mihri 17 yaşında, bir arkadaşının ayarladığı sahte bir Fransız pasaportuyla, Galata'dan kalkan bir İtalyan vapuruna atlayıp Roma'ya kaçar. Bir süre oradaki tanıdıklarında kalan genç Mihri, oradan Paris'e geçer. Kendine bir ev tutar ve bir odasını atölye haline getirir.

    Paris'te, bir Türk genci olan Müşfik Selami Bey ile tanışır. Evlenmeye karar verirler ve İstanbul'a dönerler. Böylece bizim genç Mihri'miz, Mihri Müşfik Hanım oluverir. Fakat Müşfik Selami Bey'in ailesi pek sıcak bakmaz bu duruma nitekim de evlilikleri bitecektir bu sebepten.

    1914 yılında, sanat dünyasına kapılarını açan, İnas Sanayi Nefise Mektebi'nin kuruluşuna büyük katkıda bulundu ve ilk kadın profesörümüz oldu. O dönemin tutucu ortamında, bir kadın öğretmene gereksinim vardı. Mihri Müşfik Hanım'ın ilk sene bu okulda, 6'sı gayrimüslim olmak üzere 33 kız öğrencisi oldu. O kadar sevilen bir öğretmendi ki, öğrencilerinin çoğu çocuklarına Mihri ismini koydu.

    Mihri Müşfik tekrar Roma'ya döndüğünde eşinden boşanmıştı. Vatikan'da Papa'nın portresini yapan ilk kadındır. Daha sonra tekrar Paris'e yerleşir, büyük bir sanat çevresi edinir.

    1927'de Atlantik'i aşacak bir geminin yolcu listesinde geçiyor adı. Yeni Dünya!

    Hep bir zamanlama hatası aslında hayatı... Tam Cumhuriyetin kurulacağı bir Türkiye'yi terk ediyor vakti zamanında... İçinde olduğu gemi Amerika'ya yanaştıktan yaklaşık iki yıl sonra çökecek New York Borsası. Tarihin gördüğü en büyük ekonomik kriz kopacak Yeni Dünya'da.

    Dördüncü ülke bu yaşadığı, dördüncü dil konuştuğu. Ailesinden kilometrelerce uzakta, tek başına bir baş kaldırı hayatının tamamı; aristokrat aile düzenine karşı. En uzun kaldığı yer olacak Amerika, tam 27 sene. Özel dersler vererek, resimlerini satarak tutundu Amerikan rüyasına. Orada kaldığı bir yılın ardından önemli bir sergi açmış, New York Times'da bahsedilen:

    Türkiye'nin ilk kadın ressamı olarak bilinen Mihri Rassim ülkemize kısa zaman önce gelmişti. İlk sergisini yarın 11 Doğu 55. Cadde'deki özel Gaorge de Mazlroff galerisinde açıyor. Kendi ülkesinde sadece sanatı ile değil Türk kadınlarının yeteneklerini geliştirmek için seferber olmasıyla da tanınan ressam birkaç yıl önce Constantinopol'de kadınlar için güzel sanatlar okulu açmıştı. Genç bir kadın olan Mihri Rassim, Türkiye'yi Avrupa'da sanat okumak için terk etmişti. Ardından çalışmalarını pek çok büyük şehirde sergiledi. Söylenir ki birisinin resmini yapmaya karar verdiğinde o kişiyle bir kere karşılaşması yeterli olurmuş. Buradaki sergisi 15 Aralık tarihine kadar devam edecek.

     Benzer haber Cumhuriyet gazetesinde, dünyada neler oluyor başlıklı bir köşe yazısında da çıkmış. Kalan hayatını geçirdiği Amerika'da New York, Boston, Washington gibi bir çok yer gezdi. Bir süre üniversitelerde resim öğretmenliği yaptı.

     İlerleyen yaşamında, bir mektubunda şöyle bahsetmiş hayatından:
Senelerce çalışmakla ben neye muvaffak oldum? Hiç... Üstelik sıhhatimi kaybettim. Vaktiyle Herkül idim. Şimdi merdivenleri bile çıkamıyorum. Sanat beni bu hale koydu. Hele gözlerim hiç görmüyor. Çifte çifte gözlük kullanıyorum. Parasızım. Bizim gibi Avrupa'ya nazaran geri kalmış bir memlekette sanatkarın yolu kadar güç bir yol yoktur. Bizimkisi fazlaca fedakarlık isteyen bir meslek. Bugün bana gençliğimi hediye etseler bu meslek uğruna çektiklerimi çekmek korkusundan reddederdim. Çektiğim meşakkatleri bir ben bilirim bir de Allah bilir. Her sanatkar karşısındaki sanatkarı daima kendisinden aptal görür! Onun on senede yaptığını kendisinin bir senede yapacağını sanır. Bir iki yıl içinde hayatını kurtaracağına, köşeyi döneceğine emindir. Heyhat ve yine heyhat! İşte sanatın esrarı buradadır. Sanatkarın yolu yürüdükçe uzar gider. Bizim ailenin yegane hususiyeti inadındadır. Ben her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca, inadımla yaşadım. Bugün buna bin kere pişmanım.
   Yoksul ve yalnız ölen Mihri Müşfik Rasim, 1954'te New York'ta kimsesizler mezarlığında yatmaktadır.


    Mihri Müşfik Hanım'ın İzinde - Emre Caner

    Roman tadında okumak isteyenlere, yazımda bol bol yararlanıp, Mihri Hanım'ın mektuplarını aldığım bir kitaptan bahsetmek istiyorum.

    Mihri Müşfik'ten yıllar sonra dünyaya gelmiş bir çevirmen olarak hayata tutunmaya çalışan Ulaş Ekin, yolları ilk kadın ressamımızla karşılaşınca kapılıp gitmiş onun maceralarla dolu yaşamına...

    Emre Caner'in kaleminden yine harika akıcılıkta bir kitap.

    Tavsiyelerimle... Muhabbetle...